Said Nursî Birinci Dünya Savaşında Anadolu topraklarının adım adım işgali sürecinde, Van Gölü kıyısında temelini attığı üniversite projesini tatil edip talebeleriyle cepheye koşmuş, Ruslara ve Ermenilere karşı çetin bir mücadele vermiş, Bitlis müdafaasında esir düşmüş ve ortaya koyduğu kahramanlık Enver Paşa başta olmak üzere üst yönetimin de dikkatini çekmişti.
Rusya’daki esaretten dönüşünde de Anadolu’daki millî mücadele ve kurtuluş hareketine de aktif destek verdi; millî mücadele zaferle sonuçlanıp Anadolu’nun işgalden kurtarılmasını müteakip ise, silahı bir kenara bıraktı ve tamamen manevî cihada yoğunlaştı.
“Dinde zorlama yok,” diyen Bakara Suresi, 240. ayetinin çağımıza verdiği mesajlardan birini, “Din için silahla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan hükümetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor” şeklinde ifade ederek, buradan hareketle “Manevî cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak” sonucuna ulaştı (Şualar, s. 243).
Bu tesbitin geniş bir açılımını vefatından önceverdiği en son dersinde yaparken şöyle dedi:
“Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir, manevî tahribatına karşı set çekmektir, bununla dahilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 455.)
Said Nursî, silahlı mücadelenin en önemli sakıncalarından birini, masumların da zarar görmesine yol açacak bir şiddet ortamına sebebiyet vermesi olarak izah ediyordu. En çok vurguladığı Kur’ânî prensiplerden biri, ceza hukukunun da temel ilkesi olan “suçun şahsîliği” esasıydı.
Birçok ayette tekrarlanan temel prensip şu:
“Birinin hatasıyla başkası mes’ul olmaz”
Oysa günümüzdeki uygulamalar bu ilkeyle tamamen çelişiyor. Nitekim Filistin, Irak, Afganistan ve Suriye’de görüldüğü gibi, teröristlerle mücadele gerekçesiyle birçok masum hayata kastediliyor. Bunlara misilleme olarak gerçekleştirilen silahlı eylemlerde ve özellikle intihar saldırılarında ise, asıl hedeflerden ziyade yine masumlar vuruluyor.
Oysa Bediüzzaman diyor ki: “Bir masumun hakkı yüz cani için feda edilmez, onların yüzünden ona zulmedilmez.” (age., s. 38.)
İşte Said Nursî, karşılıklı zulümlerle sonu gelmez bir kan davasına dönüşecek bir şiddet sarmalının oluşmaması için, dahilde silahlı mücadeleye kesinlikle sıcak bakmadı.
Yapılması gereken tek şey, manevî hizmetlerdi. Üstad bu hizmetler için, “Mekke’de olsam da buraya gelmem lâzım” diyordu. Çünkü “manevî cihadın cephe ülkesi” Türkiye idi.
(Bediüzzaman Modeli kitabımızdan)